BİRİNCİ OTURUM
-------------------------------
Ayşe Güler
Doğa Olayları Karşısında Hz. Peygamber: “Yağmurla Teberrük” Hadisi Özelinde Bir İnceleme
Bu tebliğde Hz. Peygamber’in yağmurun yağmasından ötürü sevinip yağmur damlalarının vücuduna değmesi için elbisesini sıyırdığı ve bu fiilinin gerekçesini de “Bu Rabbi’nin katından yeni gelmektedir” şeklinde açıkladığı hadis incelenecektir. Güneş ve ayın doğup batması, gök gürültüsü, şimşek çakması ve yağmurun yağması gibi doğa olayları Kur’an-ı Kerim’de birer ayet olarak zikredilmiştir. Allah Resûlü’nün (s.a.v.) tabiat olayları karşısındaki tutum ve davranışları, Cenâb-ı Hakk’ın yüceliğini hatırlatan bu vesilelerin doğru anlaşılması noktasında Müslümanlara rehberlik etmektedir. Tebliğde Hz. Peygamber’in yağmurda elbisesini sıyırarak vücudunu ıslatmasının Müslümanlar için taşıdığı hükmün ne olduğu, Hz. Peygamber’in bu fiilinin her yağmur için mi yoksa sadece belirli zamanlarda yağan yağmurlar için mi geçerli olduğu ve söz konusu davranışın hikmetinin ne olduğu gibi sorulara cevap aranacaktır.
Dr. Tuğçe Günaydın
Bir Rivayet, İki Yorum: “Menzile Hadisi”
Bu tebliğ, menzile hadisi adıyla bilinen, Resulullah’ın (s.a.v.) Hz. Ali’ye yönelik olarak söylediği “Sen bana Musa’nın nispetinde Harun gibisin ancak benden sonra peygamber yoktur” hadisine dair yorumları incelemektedir. Çalışmanın amacı, Sünnî ve Şiîlerin menzile hadisiyle ilgili açıklamalarını tespit ederek mezhep farklılığının hadis yorumuna etkisini incelemektir. Sünnîler ve Şiîler bu hadisi sahih kabul edip sahiplenseler de mânâsını birbirine zıt iki yorumla değerlendirmişlerdir. Sünnîler, söz konusu hadisi sebeb-i vürudunu da dikkate alarak yorumlamış ve konuyu Hz. Ali’nin fazileti ile Tebük Gazvesi esnasında yaşanan bir olay olarak incelemişlerdir. Şiîler ise bu hadisi farklı sebeb-i vürudlara bağlamış ve Hz. Ali’nin hilafetinin en önemli delillerinden biri kabul etmişlerdir. Tebliğde menzile hadisine dair yapılan yorumlar sebeb-i vürud ve iradı da dikkate alınarak Sünnî ile Şiîler açısından ayrı ayrı incelenecek ve her iki mezhebin tek bir hadisi birbirine zıt yorumlama süreçleri ortaya konulacaktır. Böylelikle hadisleri sebeb-i vürud ile birlikte değerlendirmenin önemine vurgu yapılacak ve mezhepler arası görüş farklılıklarının hadisin yorumuna etkisi gösterilecektir.
Seher Öztoprak Koca
“Kâfir Yedi Mideyle Yer” Hadisine Bağlam Merkezli Bir Bakış
Bir hadis metninin doğru şekilde anlaşılması için sebeb-i vurûd bilgileri, rivayetin hadis kaynaklarındaki yeri, hadis şârihlerinin yorumu ve fıkıh, tefsir, kelam, tasavvuf gibi farklı alanlarda, geçmişten günümüze hadisin nasıl ele alındığını ve anlaşıldığını tespit etmek önem taşımaktadır. Sahih isnada sahip bir hadisin ilk bakışta mana bakımından açık olmaması, hadisin anlaşılması sürecinde bu tespitlerin önemini artırmakta ve metni anlamlandırmayı kolaylaştırmaktadır. Bu tebliğ, muteber hadis kaynaklarında yer alan “Mü’min tek mideyle, kâfir yedi mideyle yer” hadisinin nasıl anlaşılacağına dair bir bakış açısı sunmayı hedeflemektedir. Hadisin metninden hareketle çok yemek yemenin Müslümanlar için itikâdî bir probleme dönüşeceğine dair çıkarımlar, yemekle iman arasında ne tür bir irtibat bulunduğu hususunda hadisi anlamlandırmada güçlük çekilmesine sebep olmaktadır. Hadis şârihlerinin de gündemine giren rivayetin çeşitli sorular etrafında ele alınması, sened ve metin yönünden incelenmesi, tarih boyunca nasıl anlaşıldığının tespit edilmesi, hadisin yemek-iman çerçevesinde Müslümanlar açısından ne ifade ettiğini belirlemeyi sağlayacaktır. Bu çalışmada “Mü’min tek mideyle, kâfir yedi mideyle yer” rivayetinin sıhhati, hadis kaynaklarındaki yeri, hadis şârihlerinin ve tefsir, fıkıh, tasavvuf, kelam gibi diğer kaynaklarda hadisin zikredildiği bağlamlar üzerinde durulmuş, hadisin anlaşılmasını kolaylaştıracak verilerden istifade ederek bir anlam çerçevesi belirlenmiştir. Sonuç olarak hadisin “belirli bir sahabi”ye atfen zikredildiği tespit edilmiş, mana itibariyle az veya çok yemenin Müslümanlar için itikâdî bir problem olarak vazedilmemesi gerektiği üzerinde durulmuş ve hadisin anlaşılmasında “bağlam” bilgisinin önemi ortaya konmuştur.
Abdullah Mahmut İplik
“Lanetli Deve” Hadisiyle İlgili Yorumlar
Câhiliye dönemi Arap toplumunda deve, toplumsal hayatın merkezinde yer alan bir binekti. Araplar seferlerde ve ticaret amaçlı yolculuklarda binek olarak deveyi tercih etmekteydi. Bu durumun yansıması hadislerde de görülmektedir. Binek olarak kullandığı deveden memnun olmayan birisinin deveyi lanetlemesi ve bunun üzerine yaşananlara dair rivayetler, bu tebliğin ana konusunu oluşturmaktadır. Devenin lanetlenmesi hakkında yedi farklı sahâbîden rivayetler hadis kitaplarında aktarılmaktadır. Bu sahâbîler Câbir b. Abdullah, Ebû Hüreyre, Abdullah b. Ömer, Enes b. Malik, Hz. Âişe, Ebû Berze el-Eslemî ve İmrân b. Husayn’dır. Bu yedi tarîk müstakil olarak incelendiğinde Medine döneminde farklı zamanlarda en az dört kere deve lanetleme hadisesinin yaşandığı tespit edilmiştir. Öte yandan, ilgili hadis Kütüb-i Sitte içerisinde Müslim (ö. 261/875), Ebû Dâvûd (ö. 275/889) ve Nesâî’nin (ö. 303/915) kitaplarında yer almaktadır. Mezkûr hadise Müslim, el-Müsnedü’s-sahîh’inin “Kitâbü’l-birr ve’s-sıla ve’l-âdâb” bölümünde, Ebû Dâvûd es-Sünen’inin “Cihad” bölümünün “en-Nehy an la‘ni’l-behîme” konu başlığında, Nesâî de es-Sünen’inin “Siyer” bölümünün “La‘nü’l-ibil” konu başlığı altında yer vermiştir. Müslim’in hadisi ahlaka dair bir bölüme dahil etmesi, onun hadisteki lanetlemeyi öne çıkardığı yönünde bir karînedir. Bununla birlikte Ebû Dâvûd’un hadise “Cihâd” bölümünde, Nesâî’nin de “Siyer” bölümünde yer vermesi, onların hadisteki lanet meselesine değil, olayın bir sefer sırasında gerçekleşmesine dikkat çekmek istemelerinin bir tezahürüdür. Mezkûr hadisteki lanet lafzını anlamlandırmaya çalışan şârihlerin çoğunluğu, hadisteki lanet lafzının hakiki manası -Allah’ın rahmetinden uzaklaşmak- üzerine anlaşılmaması, deveyi terk etmek ve ondan istifade etmemek şeklinde tevil edilmesi gerektiğini söylemişlerdir. Nitekim bu şekilde anlaşıldığında lanetli deve hadisi, hayvanlara lanetin tesir etmeyeceğini belirten hadisle de çelişmeyecektir.
İKİNCİ OTURUM
-------------------------------
Fatma Büşra Çoban
“Hak Üzere Olan Muzaffer Topluluk” Kimdir?
Bu tebliğde Hz. Peygamber’in “Ümmetimden bir topluluk kıyamete kadar hak üzere olmaya devam edecektir” hadisinin rivayet sürecinde geçirdiği aşamalar ortaya konduktan sonra hadisin konu olduğu yorumlar kronolojik bir bakışla ele alınacaktır. Şerh literatürünün yanı sıra hadisin yorumuna dair geniş bir malzeme sunan tarih, coğrafya, şehir fazileti ve siyasetname türü eserlere başvurularak yapılan bu araştırmada dönemin ilmî tartışmalarının, yorumcunun ait olduğu coğrafya ve ilişki içerisinde olduğu siyasi yapının hadisin yorumu üzerinde ne tür bir etkiye sahip olduğu tespit edilmeye çalışılacaktır.
Mehmet Emin Tülü
“Onlara İlk Selâmı Vermeyin”: Gayr-i Müslimlere Selam Verme Meselesi
İslam medeniyetinde, Müslümanların yönetimi altındaki gayr-i müslim toplumlar özel olarak ele alınmış ve hukukî süreçlerde Müslümanlardan bazı noktalarda ayrılmışlardır. Toplumun en temel dinamiklerinden biri olan selâmlaşma kültürü de Müslümanlar arasında belirli kalıplarda icrâ edilirken müslümanların gayr-i müslimlerle olan selâmlaşma meselesinde değişiklik göstermiştir. Özellikle tahiyyetü’l-İslâm denilen ve “es-Selâmu aleyküm” ifadesiyle söylenen, karşılığında da sevap umulan selâmlaşma, müslümanlar ile gayr-i müslimler arasında cereyan ederken farklı adap ve erkanlarla uygulanagelmiştir. Yerleşiklik kazanan bu âdaplardan bir tanesi de müslümanların gayr-i müslimlere ilk olarak selâm vermemesi gerektiğidir. İslam tarihi boyunca Mâlikî mezhebi hariç diğer mezhepler, müslüman olmayanlara ilk selâmın verilmemesi hususunda neredeyse hem fikirdirler. Müslüman âlimlerin bu görüşü ortaya koymalarındaki en temel nedenlerden biri, Hz. Peygamber’in “Yahudi ve Hristiyanlara ilk selâmı siz vermeyin. Onlarla yolda karşılaştığınızda ise onları yolun en dar kısmına sıkıştırın” hadisidir. Bu çalışmada, zikredilen hadisin öncellikle tahrici yapılarak sıhhat derecesi tespit edilecek ve bu hadisin rivayet kaynaklarında hangi konularla ilişkilendirilmiş olduğu incelenecektir. Ardından hadisin hem mezhepler tarafından nasıl değerlendirildiği hem de hadis şârihlerinin ilgili hadisi yorumlama ve anlama süreçlerinin nasıl gerçekleştirildiği ele alınacaktır. Sonrasında hadisin söylendiği ortam göz önüne alınarak Hz. Peygamber’in hadisi îrad etme nedenleri tespit edilmeye çalışılarak ilgili hadisin günümüzdeki karşılığı ve uygulanabilirliği hususunda teklifler sunulacaktır
Dr. Ayşe Mutlu Özgür
Hadislerde Hz. İsa’nın Kutsiyeti: “Şeytanın Doğan Her Çocuğa Dokunması”yla İlgili Rivayetin İncelenmesi
Bu çalışmanın amacı, Hz. Peygamber’in şeytanın doğan her çocuğa dokunduğunu ancak Hz. İsa ve Hz. Meryem’in bundan muaf olduğunu belirten hadisinin tarih boyunca nasıl yorumlandığını tespit etmek ve günümüzde bu rivayetin nasıl anlaşılabileceğine dair değerlendirme yapmaktır. Söz konusu rivayet Hz. İsa’nın kutsiyetiyle ilgili olmakla birlikte hem şerh metinlerinde hem de hadisin ilgili olduğu bir ayetin açıklanması sebebiyle tefsir literatüründe, şeytanın doğan her çocuğa dokunması meselesi de tartışılmıştır.
Sahîhayn’da yer alan bu hadis farklı yorumlara konu olmuştur. Bazıları metinde geçen şeytanın dokunması fiilini hakikate hamletmiş ve bunu insanoğlunun ebedi ve ezeli düşmanı olan şeytanın kişiye musallat olmasının başlangıcı olarak yorumlamış, ancak Hz. İsa ve diğer enbiyanın bu tasalluttan muaf olduğunu söylemişlerdir. Bazıları da söz konusu fiili mecaza hamlederek ‘dokunma’ eyleminin gerçekleşmediğini, mezkûr fiilin şeytanın bunu gerçekleştirme konusundaki şiddetli arzusunu ifade sadedinde bir tabir olduğunu belirtmişlerdir. Ehl-i sünnet alimleri bu rivayetin Hz. İsa ve Hz. Meryem’in kutsiyetini ifade ettiği konusunda hemfikir olsa da bazıları bu kutsiyeti bütün peygamberlere teşmil etmişlerdir. Mezkûr hadis oryantalistler tarafından da değerlendirilmiş ve oryantalist paradigmanın genel temayülleriyle uyumlu olarak Yahudi kültüründen alınıp Hz. Peygamber’e atfedilerek hadise dönüştürülmüş bir söz olarak kabul edilmiştir. Tebliğ kapsamında bu rivayetin tek sahâbî ravisi olan Ebû Hüreyre’nin Yahudi asıllı mühtedi Kâbu’l-Ahbâr’dan rivayetleriyle ilgili muhaddislerin görüşlerine de değinilmiştir.
Şeyda Kapıcıoğlu
“Mülkün Muhafazası Uğruna Şehadet”in İmkân ve Ölçüsü
Allah yolunda ölenlerin şehit sayılacağını bildiren ayet ve hadislerin yanında, Hz. Peygamber tarafından şehadet makamında olacağı bildirilen başka zümreler de vardır. “Malı uğruna öldürülen kişi şehittir” hadisi üç sahabi tarafından nakledilmiştir ve manayı etkileyebilecek metin farklılıklarıyla beraber, temel hadis kitaplarının neredeyse tamamında bulunmaktadır. Bu tebliğde ilgili hadisin tarih içerisindeki yorumlanma ve kullanım sürecine ışık tutulacak, Nevevî (ö. 676/1277) tarafından gündeme getirilen “ahiret şehidi” kavramına dikkat çekilecek, hadisin fıkıh ve tasavvuf ilimlerinde ele alınışı incelenecektir. Malını korurken öldürülen kimsenin dünya ve ahirette göreceği muamele, uğruna mücadeleye girilip can verilecek malın miktar ve mahiyeti, tasavvuf anlayışı ile güncel şehitlik tartışmaları bağlamında mal uğruna şehadetin konumu hususları tebliğ içerisinde cevabı aranan temel meselelerdendir.